GİRDEV YAYLASI
İnsanları anlamak benim için bazen epeyce güç. Örneğin İstanbul’da yazın hava sıcaklığı 30-35
dereceyken, tatil için binlerle para döküp sıcaklığın 40 derecenin altına pek
düşmediği Bodrum, Marmaris, Fethiye, Kaş, Antalya, Alanya gibi yerlere
gitmeleri akıl alır gibi değil. Bizim gibi Bodrum’da yaşayanlar yazın plajlarda
denize giren büyük kentlilerin yanaşmaları gibi oluyoruz. İçimizde sıcağı,
plajları, denizi, yüzmeyi, kıyılardaki yaşamı sevenler, bunun keyfini
çıkaranlar ezici çoğunlukta. Bendeniz bu keyifli dostların yaşadıklarıyla
sıcağın izin verdiği ölçüde keyif almaya çalışanlardanım. Sıcakla da denizle de
başım hoş değil.
Yazların sıcak geçtiği
yerlerde insanlar çook eskiden beri yazın dağlardaki serin yerlere çıkar,
sonbaharın soğuk rüzgârları esmeye başlayana kadar oralarda kalırlar, sonra
köylerine ve şehirlerine geri dönerlermiş. İstanbul, İzmir gibi kıyı
şehirlerindeki insanlar ise yazları rahatça soyunup dökünebilecekleri bağlık
bahçelik gölgeli ve serin esintili, ılık denizli sayfiyelere göç ederlermiş.
Ben İstanbul’da şehir merkezinde oturanların yazın Adalar’a, Boğaziçi’nin kuzey
kıyılarındaki Büyükdere, Sarıyer, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe gibi o
zamanlar köy denen semtlerdeki sayfiye evleriyle Suadiye, Bostancı, Kartal ve
Pendik’e gittiklerine tanıklık ettim. İnsanlar oralardaki bazı evleri önceden
kiralar, ya da atadan kalma bazı binaları, akraba evlerini yazlık olarak
kullanırlardı. İzmirliler’in de yazı Çeşme, Urla, Karaburun, Gümüldür ve
Seferihisar sayfiyelerinde geçirdiklerini bilirim.
Hopa’dan Samandağı’na
kadar uzanan kıyılarda ve iç kesimlerdeki bazı yörelerde yazın insanlar hem
bunaltıcı sıcaklardan uzaklaşmak hem de tarımsal bazı gerekliliklerden dolayı
kâh yalnız, kâh hayvanlarıyla birlikte yüksek yaylalara çıkarlardı. Hâlâ birçok
insan sayfiyecilik ve yaylacılık geleneğini sürdürmekte. Ben havalar ısınmaya
başlayınca sanal olarak bu insanların arasına katılıyorum. Yazın herkes
Bodrum’a gelmeye çabalar, bense tam tersine yaz sonuna kadar hangi dağın bağbanı
olayım diye düşünür dururum.
Birkaç yıl önce
kayınbiraderimin Kızılcahamam’ın bir köyündeki sayfiye evinde yazın birkaç
haftasını geçirmiş ve çok hoşnut kalmıştım. Bodrum 40 dereceyken orada en
yüksek hava sıcaklığı 26 dereceydi. Geceleri battaniye örtüyordum. O serinlikte
epeyce okumuştum.
Bu yıl gene serinlik
düşünüp dururken aklıma bu kez bize biraz yakın olan Akdağlar geldi. Bu dağlar
Toroslar’ın en batısını oluşturan sırasıdır. Yer yer doğal olarak Muğla-Antalya
il sınırını oluşturur. Akdağlar’ın yüksek kesimlerinde yazın bile zor eriyen
karlarının suyu hem doğuya, hem batıya doğru akar. Batıya akan sular
Fethiye-Kemer yakınlarındaki Saklıkent Kanyonu’nun buz gibi sularını oluşturur.
Doğuya akan suları ise Antalya ili sınırları içindeki Gömbe Yaylası yakınındaki
Aleviler’in kutsal saydığı Uçarsu Şelalesi’nden dökülür. Bunları eskiden beri
bilirdim, ama Gömbe’den daha yakındaki bir yayla olan ve gölüyle de tanınan
Girdev’i seçip oraya bir keşif gezisi yapmaya karar verdim.
Topladığım bilgilere göre Girdev
Yaylası’na Fethiye’ye bağlı bir bucak merkezi olan Seki’den gidiliyordu. Daha
önce Seki’den birkaç kez geçtiğimden oraya kadar yolu bulma sorunum olmazdı,
ama sonrası bir muammaydı.
20 Haziran 2012 Çarşamba
günü saat 6:30’da evimizin önünden yola çıktım. Saat 12’de menzile varmayı
tasarladım. Güvercinlik’te su, Bozarmut Bahçeyaka’da yakıt ikmali yaptıktan
sonra 10’a gelirken Fethiye yakınlarındaki bir Opet istasyonunda ara öğün
molası verdim. Yanıma bir miktar kandil simidi almıştım, çay veren kadına da
ikram ettim. Ödeme sırası gelince, çayın ikramları olduğunu söyleyip para
almadı. İstasyonun tam yanında Hyndai-Acarlar satış ve servis merkezi vardı.
Kemer’den itibaren Teke
Platosu’na doğru tırmanmaya başlayınca yol birden tenhalaştı. Yolun kenarında
sağlı sollu birçok namazgâh gördüm, dönerken unutmazsam bunları saymayı
planladım. Sonra Sarıyer denen bir köye geldim. Köyün üst yanında inanılmaz
renkli camiye benzer bir yapıyla karşılaştım. Âdeta bir Hint yapısıydı; sanki
Hindistan’dan buraya gelmiş bazı Müslümanlar kendi mimarileri ve kendi
renkleriyle bir yapı oluşturmuşlardı.
Sonra Seki kavşağına yaklaşırken bir baraj gölüyle karşılaştım. Eskiden burada böyle bir göl yoktu; adı Gacak Baraj Gölü’ymüş.
Seki kavşağınsan sağa
saptıktan sonra, son geçtiğimde gördüğün feci yol inşaatı semeresini vermiş,
düzgün bir yolla karşılaştım. Uzaktan Seki’nin evleri göründüğünde sağda “Yayla
Girdev” tabelası dikkatimi çekti. Ben gene de elma heykeline kadar gitmeyi
yeğledim. Heykelin karşısındaki petrol istasyonundaki kişiye yol sordum. Burası
tam bir dörtyolağzı: Doğru gidildiğinde Elmalı, sağa dönünce Temel köyü, sola
dönünce Seki; Temel köyü yoluna sapıp yola devam ettim. Kavşakta sarı “Erentepe
Kış Sporları Merkezi” levhası var. Temel köyüne varınca markete gene yol
sordum. Tırmanmaya devam edince biraz sonra sola u dönülüyor, burası yolun
bozulduğu nokta. Önce stabilize oluyor, sonra toprak yol. Buradan sonra 17 kilometre yolum
var, ama tam benim tırstığım yol… İkinci vites tam gaz giderken bazı yerlerdeki
keskin virajlarda 1’e düşmek zorunlu olabiliyor. Döne döne tırmanırken ilginç
yalçın manzaralarla karşılaşılıyor. Bazı virajları dönerken göz ucuyla da olsa
aşağıdaki manzaraya bakıyorum, muhteşem:
Sonra yamaçlarda beliren ardıçlar, belki de andızlar ki bu yüksek irtifa ağaçlarını hiç ayırt edemiyorum giderek küçülüp seyrekleşiyor. Bunlardan birinin görüntüsü çok ilgimi çekti, yaşlılık onları da ne hale getiriyor hele doğanın acımasız koşullarında:
Tepelerdeki koyaklarda hâlâ parça parça kar var, kuzeye bakan yamaçlardaki karlı alanlar daha büyük. Seki’den beri klimayı kapayıp camları açtığımdan içeri dağ havası bütün sağlamlığıyla doğuyor. Tırmanış hiç bitmeyecekmiş gibi sürüyor, her ilerleyen mesafede gökyüzüne biraz daha yaklaştığımı hissediyorum. Sonra birden tırmanış sona eriyor ve inmeye başlıyorum. Bu arada bir motosikletliye rastlıyorum, başka gelen geçen yok. İnişe kadar çok sarsılıp savruldum ama arabanın bir tarafı herhangi bir yere sürtünmedi yahut çarpmadı diye düşünürken sürtünmeler başladı. Yolun düzleştiği bir yer iyice kazılmış, bayağı bir geçit halini almış, ama zemini çok taşlı… Sonra inişe devam ediyorum. Ve birden uzakta Girdev Gölü görünüyor.
Tırmanış ve inişi hesap
ettiğimde, göl seviyesini 1.800
metre olduğunu düşününce belki de 2.200 metreye kadar
çıkmış olabilirim.
Buradaki tek konaklama
tesisi GirdevCamp. İnternette yaptığım araştırmada bir siteleri olduğunu
gördüm. Epey çekici fotoğraflar ve açıklamalar koymuşlar. Ancak tesis gölün
bulunduğu ovanın tam aksi yönünde, yani tesise gitmek için ovayı enine aşmak
gerekiyor. Aylardan haziran ve ova daha çok ıslak, bakalım nasıl geçeceğim
derken göle su taşıyan doğal arklarda yolun balçıklaştığını gördüm. Bu arada
ovayı da görüntüledim. Çevrede hayvancılıkla uğraştıkları anlaşılan çok sayıda
Yörük barınağı ve bazı sayfiye evleri var.
GirdevCamp üstteki fotoğrafın tam ortasındaki ağaçlık alanda yer alıyor. Oraya ulaşmak için geldiğim istikametten ovaya inip görünen o yolu kat etmek gerekiyor. Belli ki bu yoldan traktörler ve ağır bazı araçlar geçmiş, böylece ıslak zeminleri çökerterek balçıklaşmaya neden olmuşlar. Halbuki buralara ikişer üçer künk konsa yolda çökme olmaz. Bugün sırat köprüsü gibi olan bu yolu zar zor aşarak, yolu bir tepeciğin ardında olan tesise saat 13’te ulaştım. Tam kapının önünde de gene bir balçık havuzu vardı.
Güler yüz ve ilgiyle
karşılandım. Tuvaletlerini kullandım ve soğuk sularını içtim. Beni oturtup
rahat ettirdiler. Ellilerinde olduğunu tahmin ettiğim bir karı koca işletiyor,
belli ki buranın sahibiler. Hisarönü’nde oğullarının işlettiği bir apart
otelleri varmış; kışın da burada oturuyorlarmış. Kışın kar altında burada
yaşamak zor olmuyor mu dediğimde, adam Erzurum’dakiler kadar zor dedi. Yolun
çok kötü olduğu konusunda konuşurken Fethiye’den buraya 3 saatte geldiğimi
söyleyince, aynı kişi otomatik vitesli bir arabayla 2 saatte gelindiğini
söyledi. Demek tesislerine gelebilmek için otomatik vitesli yüksek bir araç,
yani cip almama gerekiyor; kapı önünde galiba Nissan markalı yüksek bir çift
kabin duruyordu. Öyle bir araba istediğimi yıllardır söylerim, ama eşim hanıma bir
türlü anlatamadım, bak adam anlattı.
Beni yukarı davet ettiler
buradan manzara daha güzel görünüyor. Başka konaklama tesisi olup olmadığını
sorduğumda kuruluş öykülerini anlattılar: Yıllar önce burada bir kulübeleri
varmış; bir gün yağmurlu havada yürüyerek 70’lerinde bir çift gelmiş ve yatacak
yerle yiyecek istemişler, onlar da misafir etmiş. Bunun üzerine konaklama
tesisi kurma fikri gelişmiş.
Tam gelişim sırasında
yemek hazırlığı yapıyorlarmış, büyük nezaket gösterip beni yemeğe davet
ettiler. Teşekkür edip dönüş yolumun uzunluğunu anlatıp veda ettim. O arada
fiyatlarını sordum, internet sitesindeki fiyatları uygulayamadıklarını; yatakla
kahvaltı ve akşam yemeği için 50 lira istediklerini, “Bu yolun yorgunluğuna
katlananı, bir de biz yormayalım” dediler. Güzel söylediler…
Bana göre Girdev Gölü
çevresi belki de dünyanın en değerli doğa parçalarından biri, eşsiz bir yer.
Bitki ve hayvan çeşitliliği açısından çok zengin. Suyu ve serin çayırları
ilkçağdan beri az da olsa değerlendirilmiş. Şimdi gençleri bekliyor. Çadırlı
kamp yapacak genç insanlar için bir cennet. Bizim gibiler için biraz geç…
Yolu düzgün olsa kısa
zamanda burada birçok tesis kurulur. Gittiğim tesiste bir görevli bana gelir
gelmez bir odanın kapısını açtı, içeri göz atmama fırsat kalmadan burnuma yoğun
bir küf ve rutubet kokusu çarptı. Bu benim için yeterince caydırıcı oldu. Fiyat
makul ama hem yol hem de tesisin fiziki koşulları pek iyi sayılmaz. Gömbe
Yaylası’nı biraz daha araştırmam lazım. GirdevCamp’ın ana binasının balkonundan
birkaç fotoğraf çektim:
Tesis hakkında öbür bilgi ve görüntüler www.girdevcamp.com’da. İnternet sitesine telefon numarası koymayı unutmuşlar herhalde. İlgilenebilecekler için ben yazayım: 0252 616 62 95 ve 0538 447 66 34. Bir de verdikleri broşürde Özgür Devrim Kurt’un adı yazılı. Sanılmasın ki bu numaralardan doğrudan tesise ulaşılabilir, bunlar Hisarönü’ndeki otelde bulunan oğullarına ait. Onunla konuşup bir biçimde tesis hakkında bilgi alınıyor herhalde. Yani karışık bir iş vesselam. Tesiste cep telefonunun çekmediği ve telli bir telefon bulunmadığı konusunu uzatmamakta fayda var. İnternet ve televizyon da yok. Uydu telefonu tavsiye ederim.
Yol bir yerde şırıl şırıl
akmakta olan bir dereden geçiyor.
Girdev’den inerken çıkarken olmadığı kadar çok araca rastladım: kamyonet, minibüs, otomobil ve iki cip… Doğru Seki’ye gittim ve bir lokantaya girip kuru-pilav klasiğimi çektim, sonra ver elini dönüş yolu.
Girdev’den inerken çıkarken olmadığı kadar çok araca rastladım: kamyonet, minibüs, otomobil ve iki cip… Doğru Seki’ye gittim ve bir lokantaya girip kuru-pilav klasiğimi çektim, sonra ver elini dönüş yolu.
Seki kavşağı ile Fethiye
arası yanlış hatırlamıyorsam 77 kilometre ve namazgâhları bu kez saydım.
Yolun sonuna doğru çalan telefona cevap vermem gerekti ama o mesafe içinde tam
9 tane saydım. Bunlardan yedisi aşağıda fotoğrafı görülen gibi kapalı yani
çatılı, ikisi açıktı. Bu kadar mesafede bu kadar ibadet benim hafsalamı biraz
zorladı. Bunların hemen hepsinde mısır ve ıvır zıvır satan köylüler vardı.
Mısır bahçeden, kazan evden, odun hemen çevredeki ormandan, su hayrattan, tuz
ve çakmak bakkaldan: yüzde 98 kazanç, hem de namaz kılmaya ve su içmeye
gelenlere “Allah rızası için” hizmet!
Sonra Bodrum’daki kısa bir alışveriş hesaba katılmazsa hiç mola vermeden eve döndüm, saat 19’du. Bence bu 12,5 saatlik gezi güzel geçti. Darısı Gömbe’nin başına, ama o yatısız olmaz.
21 Haziran 2012
19:00.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder