29 Haziran 2012 Cuma


GİRDEV YAYLASI



İnsanları anlamak benim için bazen epeyce güç. Örneğin İstanbul’da yazın hava sıcaklığı 30-35 dereceyken, tatil için binlerle para döküp sıcaklığın 40 derecenin altına pek düşmediği Bodrum, Marmaris, Fethiye, Kaş, Antalya, Alanya gibi yerlere gitmeleri akıl alır gibi değil. Bizim gibi Bodrum’da yaşayanlar yazın plajlarda denize giren büyük kentlilerin yanaşmaları gibi oluyoruz. İçimizde sıcağı, plajları, denizi, yüzmeyi, kıyılardaki yaşamı sevenler, bunun keyfini çıkaranlar ezici çoğunlukta. Bendeniz bu keyifli dostların yaşadıklarıyla sıcağın izin verdiği ölçüde keyif almaya çalışanlardanım. Sıcakla da denizle de başım hoş değil.



Yazların sıcak geçtiği yerlerde insanlar çook eskiden beri yazın dağlardaki serin yerlere çıkar, sonbaharın soğuk rüzgârları esmeye başlayana kadar oralarda kalırlar, sonra köylerine ve şehirlerine geri dönerlermiş. İstanbul, İzmir gibi kıyı şehirlerindeki insanlar ise yazları rahatça soyunup dökünebilecekleri bağlık bahçelik gölgeli ve serin esintili, ılık denizli sayfiyelere göç ederlermiş. Ben İstanbul’da şehir merkezinde oturanların yazın Adalar’a, Boğaziçi’nin kuzey kıyılarındaki Büyükdere, Sarıyer, Yenimahalle, Beykoz, Paşabahçe gibi o zamanlar köy denen semtlerdeki sayfiye evleriyle Suadiye, Bostancı, Kartal ve Pendik’e gittiklerine tanıklık ettim. İnsanlar oralardaki bazı evleri önceden kiralar, ya da atadan kalma bazı binaları, akraba evlerini yazlık olarak kullanırlardı. İzmirliler’in de yazı Çeşme, Urla, Karaburun, Gümüldür ve Seferihisar sayfiyelerinde geçirdiklerini bilirim.



Hopa’dan Samandağı’na kadar uzanan kıyılarda ve iç kesimlerdeki bazı yörelerde yazın insanlar hem bunaltıcı sıcaklardan uzaklaşmak hem de tarımsal bazı gerekliliklerden dolayı kâh yalnız, kâh hayvanlarıyla birlikte yüksek yaylalara çıkarlardı. Hâlâ birçok insan sayfiyecilik ve yaylacılık geleneğini sürdürmekte. Ben havalar ısınmaya başlayınca sanal olarak bu insanların arasına katılıyorum. Yazın herkes Bodrum’a gelmeye çabalar, bense tam tersine yaz sonuna kadar hangi dağın bağbanı olayım diye düşünür dururum.



Birkaç yıl önce kayınbiraderimin Kızılcahamam’ın bir köyündeki sayfiye evinde yazın birkaç haftasını geçirmiş ve çok hoşnut kalmıştım. Bodrum 40 dereceyken orada en yüksek hava sıcaklığı 26 dereceydi. Geceleri battaniye örtüyordum. O serinlikte epeyce okumuştum.



Bu yıl gene serinlik düşünüp dururken aklıma bu kez bize biraz yakın olan Akdağlar geldi. Bu dağlar Toroslar’ın en batısını oluşturan sırasıdır. Yer yer doğal olarak Muğla-Antalya il sınırını oluşturur. Akdağlar’ın yüksek kesimlerinde yazın bile zor eriyen karlarının suyu hem doğuya, hem batıya doğru akar. Batıya akan sular Fethiye-Kemer yakınlarındaki Saklıkent Kanyonu’nun buz gibi sularını oluşturur. Doğuya akan suları ise Antalya ili sınırları içindeki Gömbe Yaylası yakınındaki Aleviler’in kutsal saydığı Uçarsu Şelalesi’nden dökülür. Bunları eskiden beri bilirdim, ama Gömbe’den daha yakındaki bir yayla olan ve gölüyle de tanınan Girdev’i seçip oraya bir keşif gezisi yapmaya karar verdim.



Topladığım bilgilere göre Girdev Yaylası’na Fethiye’ye bağlı bir bucak merkezi olan Seki’den gidiliyordu. Daha önce Seki’den birkaç kez geçtiğimden oraya kadar yolu bulma sorunum olmazdı, ama sonrası bir muammaydı.



20 Haziran 2012 Çarşamba günü saat 6:30’da evimizin önünden yola çıktım. Saat 12’de menzile varmayı tasarladım. Güvercinlik’te su, Bozarmut Bahçeyaka’da yakıt ikmali yaptıktan sonra 10’a gelirken Fethiye yakınlarındaki bir Opet istasyonunda ara öğün molası verdim. Yanıma bir miktar kandil simidi almıştım, çay veren kadına da ikram ettim. Ödeme sırası gelince, çayın ikramları olduğunu söyleyip para almadı. İstasyonun tam yanında Hyndai-Acarlar satış ve servis merkezi vardı.



Kemer’den itibaren Teke Platosu’na doğru tırmanmaya başlayınca yol birden tenhalaştı. Yolun kenarında sağlı sollu birçok namazgâh gördüm, dönerken unutmazsam bunları saymayı planladım. Sonra Sarıyer denen bir köye geldim. Köyün üst yanında inanılmaz renkli camiye benzer bir yapıyla karşılaştım. Âdeta bir Hint yapısıydı; sanki Hindistan’dan buraya gelmiş bazı Müslümanlar kendi mimarileri ve kendi renkleriyle bir yapı oluşturmuşlardı.



Sonra Seki kavşağına yaklaşırken bir baraj gölüyle karşılaştım. Eskiden burada böyle bir göl yoktu; adı Gacak Baraj Gölü’ymüş.



Seki kavşağınsan sağa saptıktan sonra, son geçtiğimde gördüğün feci yol inşaatı semeresini vermiş, düzgün bir yolla karşılaştım. Uzaktan Seki’nin evleri göründüğünde sağda “Yayla Girdev” tabelası dikkatimi çekti. Ben gene de elma heykeline kadar gitmeyi yeğledim. Heykelin karşısındaki petrol istasyonundaki kişiye yol sordum. Burası tam bir dörtyolağzı: Doğru gidildiğinde Elmalı, sağa dönünce Temel köyü, sola dönünce Seki; Temel köyü yoluna sapıp yola devam ettim. Kavşakta sarı “Erentepe Kış Sporları Merkezi” levhası var. Temel köyüne varınca markete gene yol sordum. Tırmanmaya devam edince biraz sonra sola u dönülüyor, burası yolun bozulduğu nokta. Önce stabilize oluyor, sonra toprak yol. Buradan sonra 17 kilometre yolum var, ama tam benim tırstığım yol… İkinci vites tam gaz giderken bazı yerlerdeki keskin virajlarda 1’e düşmek zorunlu olabiliyor. Döne döne tırmanırken ilginç yalçın manzaralarla karşılaşılıyor. Bazı virajları dönerken göz ucuyla da olsa aşağıdaki manzaraya bakıyorum, muhteşem:


Sonra yamaçlarda beliren ardıçlar, belki de andızlar ki bu yüksek irtifa ağaçlarını hiç ayırt edemiyorum giderek küçülüp seyrekleşiyor. Bunlardan birinin görüntüsü çok ilgimi çekti, yaşlılık onları da ne hale getiriyor hele doğanın acımasız koşullarında: 


Tepelerdeki koyaklarda hâlâ parça parça kar var, kuzeye bakan yamaçlardaki karlı alanlar daha büyük. Seki’den beri klimayı kapayıp camları açtığımdan içeri dağ havası bütün sağlamlığıyla doğuyor. Tırmanış hiç bitmeyecekmiş gibi sürüyor, her ilerleyen mesafede gökyüzüne biraz daha yaklaştığımı hissediyorum. Sonra birden tırmanış sona eriyor ve inmeye başlıyorum. Bu arada bir motosikletliye rastlıyorum, başka gelen geçen yok. İnişe kadar çok sarsılıp savruldum ama arabanın bir tarafı herhangi bir yere sürtünmedi yahut çarpmadı diye düşünürken sürtünmeler başladı. Yolun düzleştiği bir yer iyice kazılmış, bayağı bir geçit halini almış, ama zemini çok taşlı… Sonra inişe devam ediyorum. Ve birden uzakta Girdev Gölü görünüyor.



Tırmanış ve inişi hesap ettiğimde, göl seviyesini 1.800 metre olduğunu düşününce belki de 2.200 metreye kadar çıkmış olabilirim.

Buradaki tek konaklama tesisi GirdevCamp. İnternette yaptığım araştırmada bir siteleri olduğunu gördüm. Epey çekici fotoğraflar ve açıklamalar koymuşlar. Ancak tesis gölün bulunduğu ovanın tam aksi yönünde, yani tesise gitmek için ovayı enine aşmak gerekiyor. Aylardan haziran ve ova daha çok ıslak, bakalım nasıl geçeceğim derken göle su taşıyan doğal arklarda yolun balçıklaştığını gördüm. Bu arada ovayı da görüntüledim. Çevrede hayvancılıkla uğraştıkları anlaşılan çok sayıda Yörük barınağı ve bazı sayfiye evleri var.





GirdevCamp üstteki fotoğrafın tam ortasındaki ağaçlık alanda yer alıyor. Oraya ulaşmak için geldiğim istikametten ovaya inip görünen o yolu kat etmek gerekiyor. Belli ki bu yoldan traktörler ve ağır bazı araçlar geçmiş, böylece ıslak zeminleri çökerterek balçıklaşmaya neden olmuşlar. Halbuki buralara ikişer üçer künk konsa yolda çökme olmaz. Bugün sırat köprüsü gibi olan bu yolu zar zor aşarak, yolu bir tepeciğin ardında olan tesise saat 13’te ulaştım. Tam kapının önünde de gene bir balçık havuzu vardı.

Güler yüz ve ilgiyle karşılandım. Tuvaletlerini kullandım ve soğuk sularını içtim. Beni oturtup rahat ettirdiler. Ellilerinde olduğunu tahmin ettiğim bir karı koca işletiyor, belli ki buranın sahibiler. Hisarönü’nde oğullarının işlettiği bir apart otelleri varmış; kışın da burada oturuyorlarmış. Kışın kar altında burada yaşamak zor olmuyor mu dediğimde, adam Erzurum’dakiler kadar zor dedi. Yolun çok kötü olduğu konusunda konuşurken Fethiye’den buraya 3 saatte geldiğimi söyleyince, aynı kişi otomatik vitesli bir arabayla 2 saatte gelindiğini söyledi. Demek tesislerine gelebilmek için otomatik vitesli yüksek bir araç, yani cip almama gerekiyor; kapı önünde galiba Nissan markalı yüksek bir çift kabin duruyordu. Öyle bir araba istediğimi yıllardır söylerim, ama eşim hanıma bir türlü anlatamadım, bak adam anlattı.

Beni yukarı davet ettiler buradan manzara daha güzel görünüyor. Başka konaklama tesisi olup olmadığını sorduğumda kuruluş öykülerini anlattılar: Yıllar önce burada bir kulübeleri varmış; bir gün yağmurlu havada yürüyerek 70’lerinde bir çift gelmiş ve yatacak yerle yiyecek istemişler, onlar da misafir etmiş. Bunun üzerine konaklama tesisi kurma fikri gelişmiş.

Tam gelişim sırasında yemek hazırlığı yapıyorlarmış, büyük nezaket gösterip beni yemeğe davet ettiler. Teşekkür edip dönüş yolumun uzunluğunu anlatıp veda ettim. O arada fiyatlarını sordum, internet sitesindeki fiyatları uygulayamadıklarını; yatakla kahvaltı ve akşam yemeği için 50 lira istediklerini, “Bu yolun yorgunluğuna katlananı, bir de biz yormayalım” dediler. Güzel söylediler…

Bana göre Girdev Gölü çevresi belki de dünyanın en değerli doğa parçalarından biri, eşsiz bir yer. Bitki ve hayvan çeşitliliği açısından çok zengin. Suyu ve serin çayırları ilkçağdan beri az da olsa değerlendirilmiş. Şimdi gençleri bekliyor. Çadırlı kamp yapacak genç insanlar için bir cennet. Bizim gibiler için biraz geç…

Yolu düzgün olsa kısa zamanda burada birçok tesis kurulur. Gittiğim tesiste bir görevli bana gelir gelmez bir odanın kapısını açtı, içeri göz atmama fırsat kalmadan burnuma yoğun bir küf ve rutubet kokusu çarptı. Bu benim için yeterince caydırıcı oldu. Fiyat makul ama hem yol hem de tesisin fiziki koşulları pek iyi sayılmaz. Gömbe Yaylası’nı biraz daha araştırmam lazım. GirdevCamp’ın ana binasının balkonundan birkaç fotoğraf çektim:



Tesis hakkında öbür bilgi ve görüntüler www.girdevcamp.com’da. İnternet sitesine telefon numarası koymayı unutmuşlar herhalde. İlgilenebilecekler için ben yazayım: 0252 616 62 95 ve 0538 447 66 34. Bir de verdikleri broşürde Özgür Devrim Kurt’un adı yazılı. Sanılmasın ki bu numaralardan doğrudan tesise ulaşılabilir, bunlar Hisarönü’ndeki otelde bulunan oğullarına ait. Onunla konuşup bir biçimde tesis hakkında bilgi alınıyor herhalde. Yani karışık bir iş vesselam. Tesiste cep telefonunun çekmediği ve telli bir telefon bulunmadığı konusunu uzatmamakta fayda var. İnternet ve televizyon da yok. Uydu telefonu tavsiye ederim.

Göl sanırım karstik bir oluşum. Yüzölçümü yaklaşık 3,5 kilometre kare, sığ bir göl olduğu söyleniyor. Eskiden, herhalde yazın tarım yapmak için suyu boşaltılıyormuş, son yıllarda yazın da suyu varmış. Antik Çağda birer Likya kenti olan Oinoanda ve Tlos'un halkı yazın bu yaylaya çıkarmış. Göle bakan bazı yamaçlarda duvar ve lahit kalıntılarına rastlamak mümkünmüş. O dönemdeki adı olan Kedrebata zamanla Kirdeva ve Girdev'e dönüşmüş.

Dönüşte yolun çukurlarını, taşlarını ve balçıklarını önceden bellediğimden Temel köyüne kadar ulaşmam, tırmanışımdan daha kolay oldu. Yayladan ayrılmadan birkaç fotoğraf daha çektim:















Yol bir yerde şırıl şırıl akmakta olan bir dereden geçiyor.




Girdev’den inerken çıkarken olmadığı kadar çok araca rastladım: kamyonet, minibüs, otomobil ve iki cip… Doğru Seki’ye gittim ve bir lokantaya girip kuru-pilav klasiğimi çektim, sonra ver elini dönüş yolu.

Seki kavşağı ile Fethiye arası yanlış hatırlamıyorsam 77 kilometre ve namazgâhları bu kez saydım. Yolun sonuna doğru çalan telefona cevap vermem gerekti ama o mesafe içinde tam 9 tane saydım. Bunlardan yedisi aşağıda fotoğrafı görülen gibi kapalı yani çatılı, ikisi açıktı. Bu kadar mesafede bu kadar ibadet benim hafsalamı biraz zorladı. Bunların hemen hepsinde mısır ve ıvır zıvır satan köylüler vardı. Mısır bahçeden, kazan evden, odun hemen çevredeki ormandan, su hayrattan, tuz ve çakmak bakkaldan: yüzde 98 kazanç, hem de namaz kılmaya ve su içmeye gelenlere “Allah rızası için” hizmet!

Sonra Bodrum’daki kısa bir alışveriş hesaba katılmazsa hiç mola vermeden eve döndüm, saat 19’du. Bence bu 12,5 saatlik gezi güzel geçti. Darısı Gömbe’nin başına, ama o yatısız olmaz.

21 Haziran 2012
19:00.
















































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder